18.05.2007

Kieslowski Sineması ve ‘Véronique'nin İkili Yaşamı’ Üzerine bir Yazı




Krzystof Kieslowski (1941 – 1996) Polonya’da yaşadığı kadar Polonya’yı da yaşamış bir yönetmendir. Kieslowski sinemasındaki Polonya buzdağı gibidir. Kieslowski bu buzdağının görünen yüzünde siyasal eleştiri, sosyolojik değişimler ve yalnızlaşmayı anlatırken görünmeyen ancak – asıl – yüzünde; bir bireyin yaptığı seçimleri ve bu seçimlerle gelen sonuçların hem etken hem de edilgen birey üzerindeki etkilerini mistik bir anlatımla izleyiciye sunar. Kieslowski’ye göre herkes bir şekilde birbirine bağlıdır; insanları birbirine bağlayan içsel bir güç vardır. Kieslowski’yi Kieslowski yapan buzdağının görünmeyen yüzünün, görünen yüzünü görünür kıldığının farkında olmasıdır.


İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Polonya, siyasal sisteminin değişimine Sovyetler Birliği kontrolünde başlamıştır. Ülkede Stalin etkileri hissedilmiş, baskıcı Stalin Hükümeti'ne karşı isyanlar, işçi ayaklanmaları başlamış ve bu durum Polonya ekonomisini çökme noktasında getirmiştir. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Polonya sineması ulusallaşmış ve sinema, Film Polski'nin kontrolüne girmiştir. Ardından, sinemaya teşviki sağlamak için “Özgürlük Adası” denilen ve birçok ünlü yönetmenin adını duyuracak olan Lodz film okulu kurulmuştur. 1955'ten sonra Sinemacılar Polonya halkına yönelik eleştirilere dayanan filmler yapmışlardır. Andrzej Wajda 'Bir Nesil' ile Andrzej Munk ise 'Mavi Haç' ile sosyalist gerçeklikten uzaklaşan filmlere imza atmış ve 1955 yılında Zespol adı verilen bağımsız yapım birimleri kurulmuştur. 1950'lerin sonunda, Polonya sinemasına, Wajda, Polanskiv ve Jerzy Skolimowski gibi yönetmenler yön vermiştir. Aynı dönemde, Avrupa'da bu yönetmenlerin filmleri gösterime girmiş ve Polonya sineması en dinamik dönemini yaşamıştır.


Kieslowski 1964 yılında Lodz film okuluna başlamıştır. İlk kısa filmi 'Tramway' siyah-beyaz, sessiz bir film olup, yalnız bir adamın tramvayda bir kadından hoşlanmasını ve onu baştan çıkarmaya çalışmasını konu edinmiştir. Bu filmden sonra Komünist Hükümeti eleştirmek amacıyla 'Ofis' adlı filmini; 1970'de 'Fabrika' ve 1970 ortalarında 'İlk Aşk' adlı filmini çekmiştir. Polonya’da Ahlaki kaygı adı verilen dönemde (1970 sonları) toplumsal olaylar artmış ve düşünürler ve entelektüeller işçilere destek vermiştir. Kieslowski bu dönemde 'Kamuflaj' adlı filmini çekmiş ve yine sanatçının kendini baskı altında hissetmesiyle komünist hükümet eleştirisi yapmıştır. Aynı dönemde Wajda da 'Mermer Adam adlı filmi çekmiştir. Kieslowski'nin ilk uzun metraj filmi 'Yara'dır. 1979 yılında 'Kamera Kurdu'nu çekmiştir ki bu filmde bir işçinin takıntılı bir yönetmene dönüşmesi anlatılmakta ve Kieslowski'nin kendi portresini çizdiği düşünülmektedir. Umut ve Düş Kırıklığı döneminde ( 1980 sonrası ) grevler ve iş bırakmalar devam etmiştir. Kieslowski bu dönemde 'Kör Talih' adlı filmini çekmiştir. 'Sonsuz' ise sıkıyönetim sonrası Polonya'yı sembolize eden bir filmdir. 1988 yılında Krzysztof Piesiewicz ile senaryolaştırılan on kısa hikâye olan ‘ Dekalog ’ öldürmeyeceksin sloganıyla sembolize edilmiştir. 1991'de Véronique'nin İkili Yaşamı ve 1990'ların ortalarında Polonya'nın dışına çıkarak, ' Mavi ' (özgürlük), ' Beyaz ' (eşitlik) ve 'Kırmızı' (kardeşlik) ile adlandırılan ‘ Üç Renk Üçlemesi ’ çekilmiştir.


Kieslowski sineması, kısa belgeseller ve uzun metraj dramalar olarak ikiye ayrılabilir. Polonya, gerçeklik, gizem, yalnızlık, seçimler ve tesadüfler Kieslowski sinemasının anahtar kelimeleridir. Véronique'nin ikili yaşamının ana teması, Kieslowski'nin kendi sözleriyle, 'daha dikkatli yaşayın, çünkü yaptıklarınızın sonuçlarını bilemezsiniz, tanıdığınız ya da tanımadığınız insanların ne yapacağını bilemezsiniz'dir. Neler yaşayacağımızın seçimlerimiz doğrultusunda belirlenişi, ya da bazı durumlarda tesadüflerin – Kieslowski’ye göre; bu tesadüflerde de tanımadığımız milyonlarca insanın etkisi vardır – yönlendirici oluşu Kieslowski sinemasının temel duruşudur. Kieslowski kendini hayatın merkezinde görüp, bulunduğu yerden eleştiri yapabilen bir yönetmendir. Véronique'nin İkili Yaşamını'nda da Saint-Lezara Gar'ındaki saldırının, Varşova'daki gösterilerin Weronika'nın Véronique'i gördüğü sahnede verilmesi, Kieslowski'nin etkilendiği her durumu sinemasına yansıtmasını örneklendirmektedir. Véronique'nin İkili Yaşamı'na hâkim olan gizem – hayatın gizli kalmış, görünmeyen yüzü – aynı zamanda hayatın tam kendisiyle kesişmiştir. Kieslowski, hayatın kesişimlerden oluştuğunu, yaptıklarımızla hayatlarımızın bedelini ödeyecek oluşumuzu, bu doğrultuda da sorumluluklarımız olduğunu dile getirmektedir. Bu düşünceyi, şiirsel bir dille anlattığı – yaşattığı – 'Véronique'nin İkili Yaşamı' özetle şöyledir: Polonya'da yaşayan Weronika ve Fransa'da yaşayan Véronique aynı gün doğmuştur ve birbirlerinin fiziksel eşleri oldukları gibi, ruhsal bir beraberlikleri vardır. Her ikisi de dünya da yalnız olmadıklarını, bir eşlerinin daha olduğunu hissetmektedir. Weronika(W) kendi içe dönük ve gizemli, Véronique(V) ise daha sosyal, dışa dönük ve umursamaz görünmektedir. İkisi de müzikle ilgilenmektedir. W Krakov'a teyzesini ziyarete gittiğinde, bir yarışmaya katılır, başarılı olur ve ardından konsere çıkacaktır. V ise Krakov’a gezi amaçlı gelmiştir ve W V'yi görmüştür, ancak V ise, filmin sonlarında Kuklacı'nın V'nin kendi çektiği fotoğrafı göstermesiyle W'nin farkına varacaktır. W ses eğitimi alırken kalp yetmezliği çektiğinin farkındadır, ancak yine de konsere çıkmış ve konser sırasında ölmüştür. W'nin öldüğü gün, V, hayatından birinin çıktığını hissettiğini söylemiş ve bir bakıma içsel/düşünsel bir yolculuğa başlamıştır. Ardından, V çocuklara müzik dersi verdiği okulda kukla gösterisi izlemiş ve Kuklacıyla göz göze geldikleri ilk an karşılıklı bir aşk başlamıştır. Kuklacı V'nin hayatının yönünü değiştirecek olan kişidir.(Bu sahnede de seçimler ve sonuçları, birilerinin başka birilerinin hayatını etkilemesi fikirlerine dayanan Kieslowski sinemasını görüyoruz.) Aynı zamanda V'de W gibi müzik eğitimi almaktadır ve onun da kalbiyle ilgili hissettiği bir rahatsızlığı vardır, bu yüzden hastaneye kalp grafiği çektirmeye gitmiştir. Kieslowski V'nin kendi kalp grafiğine baktığı sahneyi harika bir kurguyla yansıtmıştır. V'nin henüz bilmediği Kuklacı ona kendi hikâyelerinin metaforu olan bir ayakkabı bağı yollamıştır. V kalp grafiğine bakarken elindeki bağcıkla oynamakta ve grafik çizgilerinin üzerine geldiğinde bu bağcığı düzleştirmiştir. Kieslowski bu sahneyle, W’nin ölümünün ardından V’nin duygusal durumunu çok hassas ve bir o kadar da gizemli bir kurguyla yansıtmıştır. Bence bu sahne Kukla'cının olmadan W ile V’ yi kesiştirmeye başladığı sahnedir. Ardından V aldığı kasetleri, – Kuklacının yolladığı kasetler – analiz ederek bu yollayan kişinin verdiği ipuçlarıyla ona ( Kuklacı ) ulaşmıştır. Fakat ilk görüşmelerinde, Kuklacının kitap yazacak oluşunu dile getirişi V’yi rahatsız eder çünkü V bir bakıma kuklacı tarafından kullanıldığını sanar; bu yüzden Kuklacıyla buluştukları yerden ayrılır. Ancak Kuklacı V'nin oteline gelmiştir ve artık birbirlerine sevgilerini dile getirmişlerdir. V çantasını boşaltıp, kendini Kuklacıya kendini açar, Krakow'da gezi sırasında çektikleri fotoğraflara bakarlar ve kuklacı W'yi V sanarak V'ye gösterir. Bu sahne V'nin W'yi hissettiği gibi, böyle birinin varolduğunu da gördüğü sahnedir. Kuklacı V'nin iki tane kukla bebeğini yapmıştır. V Kuklacıya neden iki tane olduğunu sorduğunda ise Kuklacı gösteride hep elinde olduklarını ve zarar gördüklerini söylemiştir. Ardından V ve W'ye gönderme yapılarak, bir kukla masanın üzerinde yatmış konumdadır, diğer kukla ise hareketlendirilmektedir. Kuklacı, kader vurgusu yaparak, farklı seçimlerin nelere sebep olacağını anlattığı hikayeyi ( tıpkı V ve W’nin hayatı gibi) – V'ye okumakta ve isminin ise birilerinin ikili yaşamı olacağını söylemektedir. Son sahnede ise V evine gitmiş, babası tahta oymacılığı yaparken dışarıdaki ağaca dokunmuştur; bu sahne ile Kieslowski, müzik ve gizem bütünlüğünü tekrar tekrar yansıtmıştır. Son sahne, “hislerimizin hayattaki yön vericiliği”nin filmin tüm teması olarak yorumlanmasını sağlayacaktır.


Weronika ve Véronique yalnız olmayışlarını, birşeye karşı derin bir yakınlık hissettiklerini dile getirdiklerinde, Kieslowski'nin bütünlükçü sinemasıyla tekrar tekrar karşılaşılmaktadır. Bu sahnelerde aynaların ve doğal ışığın rolü önemli bir yer tutmaktadır. W yalnız olmadığını hissettiğini söylediğinde aynadaki yansımasıyla görülmekte ve V buna benzer cümleler kurduğunda yine yansımaları ve ışık oyunları görülmektedir.


Kieslowski müziğin birleştirici etkisini, filmde içtenlikle kullanmış ve bir bakıma müziğinde aracılığıyla da W ve V'yi kesiştirmiştir. Müzikler, Zbigniew Preisner'e aittir ve harika bir bütünlük sağlamıştır.


Filmi yorumlayanlar arasında, Kieslowski'nin V'de Fransa'yı W'de Polonya'nın durumunu anlattığını ve Polonya'nın sosyo-kültürel durumu yüzünden V'nin öldüğü yorumunu yapanlar bulunmaktadır. Ancak filmi sosyolojik boyutundan uzak tutarak izlemek gerekmektedir. Bu türden ayrımlar Kieslowski’nin en azından bu filmde anlatmak/yansıtmak istedikleri arasında değildir. Ancak bu film Kieslowski'nin de dile getirdiği gibi paralel yaşamları anlatan, seçimler ve mistisizm üzerine kurulu bir filmdir.


Filmi üç kez izledim. Birincisi benim için şiirsel ve kavraması zor, ikincisi rahatsız edici bir sıkıcılığa sahip, üçüncüsü ise bütünlükçü, ayrıntılarla bezenmiş ve keyif verici bir deneyimdi. Kieslowski'nin seçtiği konuyu, yaşamından soyutlamıyor oluşuna, hislere bu denli önem verişine, hayatın seçimlerden ibaret oluşundan söz edişine ve seçimlerin sonuçlarının nelere sebep olacağını bu denli etkileyici göstermesinden haz aldığımı söyleyebilirim. Aynı konu, aynı mistisizm başka bir ülkede başka yaşamlarla başka birileri tarafından da verilebilirdi. Polonyalı yönetmen Kieslowski bu konuyu, Véronique ve Weronika ile anlatmayı seçmiş, kendi sinemasıyla uyumlu ve izleyiciye hoş bir deneyim yaşatacak bir film yapmıştır. İzleyici bu deneyimi, Irene Jacop’un (W ve V ) ve Philippe Volter’ın (Kuklacı) gayet başarılı oyunculukları ile de hissetmiş/yaşamıştır.


Sinem


gecipgidenzamanlar@gmail.com

2 yorum:

Abdolhaliym dedi ki...

Harikulade bir makale olmuş. Hem Doğu Avrupa'da yaşananlara genel bir bakış atmış, hem de filmi anlamlandırmış oldum. Teşekkürler!

betty brownie dedi ki...

Yazi icin tesekkurler.