31.05.2007

Evreni Anlama Çabası ve Thales

Evreni Anlama Çabası ve Thales

Felsefe. Bilgelik sevdası. Çoğunun hayrete düşmeden ve sorgulamadan kabul ettiği evreni anlama çabası nedeniyle çoğunun hayret dolu bakışlarına maruz kalmak. Milattan önce 6. yüzyılın başlarında, Thales isminde bir adam yaşadığımız evrende etrafına bakarak her şeyin su olduğuna karar verdi (Shields, C. Classical Philosophy, Londra). Evrenin ve doğa olaylarının Yunan tanrılarının duygu ve hareketleri ile açıklanmaya çalıştığı bir efsane ortamında, bununla yetinemeyerek, dogmalara karşı direnerek gerçekliği aramaya çalışan birinin hikâyesidir Thales’in hikâyesi. Bu hikâye biraz da felsefenin ve pozitif bilimlerinin hikâyesi ya da hikâyesinin başlangıcıdır çünkü Thales’in çabası evreni mitolojiden bağımsız olarak, evreni evren olarak anlama çabası, doğayı doğaüstü güçlerle açıklamaktan çok gerçekliğini keşfetme mücadelesidir. Ne derece başarılı olunmuştur bu mücadele de ya da ne kadar yol kat edilmiştir belki bilinemez ama Thales insanlığın rasyonel tarihinde en azından büyük bir ivmedir.

Burnet, Early Greek Philosophy adlı eserinde Aristoteles’in Thales hakkında yazdıklarını üç temel önermeye indirgeyebileceğimizi söyler:

1. Dünya su üzerinde yüzer

2. Su her şeyin maddesel özüdür

3. Her şey tanrılarla doludur ve manyetizma canlıdır

İlk önermenin Babil ve Mısır kozmolojileri ile benzerliği yadsınamasa da Burnet, Tannery’nin bu önermenin sadece bir tekrarlama olduğu görüşüne katılmaz. Çünkü Milet Okulu eski fikirlerin toparlanmasından daha fazla bir şeydir, bir gelenek, bir akım bir başlangıçtır ve bu okulun kurucusu olarak anılan Thales’in bir adım daha öteye gitmediğini söylemek adil olamaz. Ayrıca bir savlamaya göre Thales bu fikri tahtanın su tarafından kaldırılmasını gözlemleyerek edinmiş olabilir, tahta ve dünya arasında bir analoji kurmuş olabilir (Internet Encyclopedia of Philosophy). Esasen Thales’in Mısır piramitlerini incelerken oluşturduğu geometrisini nasıl salt eski bir görüşün tekrarı veya başka bir coğrafyaya aktarılması olarak değerlendirmiyorsak, kozmoloji hakkındaki görüşlerinin de evreni söylenceler ile açıklamaya çalışan eski kozmolojilerin yalnızca yeniden ifade edilmesi olarak almamız pek mantıklı değilmiş gibi gözükmektedir.

İkinci önermenin aslında Thales’in felsefece anılmasının asıl nedeni olduğu söylenebilir. Thales, bilgeliğinden veya pratik zekâsından dolayı değil düşünce adına yeni bir alan açtığı için haklı olarak ilk filozof unvanını kazanmıştır ( Stumpf, S.E. Philosophy History and Problems, 1977). Su varolan her şeyin özünde yatan temel özdür demek dünyadaki çokluğu birlikle açıklamaya çalışmak demektir ve arkhe kavramını ortaya atmak arkheye su demekten daha önemlidir. ‘Neyin var olduğu’ sorusunu yanıtlamanın en önemli yolu, onun gözünde birlik ile çokluk ya da görünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyurucu biçimde ifade edebilmekten geçmiştir. O, buna göre, gözle görünen bireysel varlıkların ve değişmelerin oluşturduğu kaosun çokluğun gerisinde akılla anlaşılabilir, kalıcı ve sürekli bir gerçekliğin olduğuna inanmıştır ( Cevizci, A, Felsefe Sözlüğü, İstanbul). Burnet da Thales’in dünyanın neden yapıldığını ilk defa sorgulamış olduğunun özellikle altını çizer.

Thales’in arkheyi nasıl su olarak belirlediği, suya ulaşırken hangi süreçlerden geçtiğini bilemiyoruz ama dünyanın doğasını su olarak belirlemesi mitolojik ve söylencesel Yunan doğayı açıklama geleneğine ters düştüğü açıktır. Shields, Thales’in bu düşüncesiyle Homeros’un çizdiği tabloyu ve doğaüstü uslamlamaları reddettiğini öne sürer. Öncelikle su fiziksel bir nesnedir ve tüm doğanın sudan oluşup yine suya dönüşmesi Thales’i ister istemez materyalist bir çerçeveye sokar. Ayrıca çoklukta biri araması yönüyle de monist - birci olarak değerlendirilebilir. Bu durumda Shields, Thales’i monist materyalist olarak değerlendirmektedir. Elbette bu kavramlar ne Thales ne de ardıllarınca bilinen ve kullanılan kavramlar değildir ki Thales’i böylesine geniş anlamları olan ve çoğu kez Yunan Felsefesini tam olarak karşıla(ya)mayan kavramların eşliğinde anlamaya çalışmanın yanlış olduğu düşünülebilirse de, bugünün gözüyle Thales’i anlamamıza yardımcı olabilirler. Öte yandan antik Yunandaki hiçbir filozofun modern felsefe kavramları ile tam olarak anlaşılması mümkün değildir, çünkü bu kavramların ortaya çıktığı toplumlar ile antik Yunan toplumu arasında derin sosyokültürel ve psikolojik farklar vardır.

Her şeyin tanrılarla dolu olması önermesini anlamak biraz da bu farkı anlamak, Thales’i yaşadığı dönem içinde değerlendirmektir. Thales her şeyin esrarengiz, canlı güçlerle dolu olduğuna inanmaktadır; mıknatısın demiri çekmesi olgusundan hareket etmekte, bu olguyu genelleştirerek bütün varlıkların içine yerleştirmektedir (Arslan, A. İlkçağ Felsefe Tarihi, 2006). Stumpf, Thales’in bu önermesini mıknatısın ve benzer nesnelerin hareketlerini açıklamak için kullandığını söyler ve bunun teolojik bir önerme olmadığını belirtir. Arslan ayrıca Thales’in kullandığı tanrı kavramının eski yunan tanrılarından kesinlikle farklı olduğunu vurgular. Her şeyin tanrılarla dolu olması panteist bir yaklaşım olarakta değerlendirilebilir ama elbette bu değerlendirme de literatürdeki panteizm gibi anlaşılmamalıdır. Ayrıca Thales bu önermesini ne amaçla söylemiş olursa olsun, dünyanın arkhesinin su olduğunu iddia etmesiyle mistik olmayan bir zeminden konuşmuş olmaktadır.

Sonuç olarak Thales ilk defa rasyonaliteyi mitolojiden soyutlamaya çalışmış ve bir bakıma da başarılı olmuştur. Arkhe sorgulaması ardından diğer Milet Okulu filozoflarınca yapılmış ve felsefe tarihinde ilk kez bir - çok problemi gündeme gelmiştir. Felsefe ve pozitif bilimlerin birbirinden ayrılamadığı o dönemlerde; Thales çalışmalarını sadece bu dünyayı anlamak adına yapmıştır diyebiliriz. Günümüzde neredeyse tüm bilimsel çalışmaların devlet veya özel kuruluşların fonlarınca finans edildiği ve dolayısıyla bilimsel hedeflerin de bu çevrelerin isteği doğrultusunda belirlendiği düşünüldüğünde Thales’in felsefece anlamlı ve belki de yegâne olan salt bilme tutkusu net bir şekilde anlaşılamayabilir. Yine de bu tutkuyu, bu çabayı anlamaya çabalayan bir avuç bilim insanının, felsefecinin, filozofun bu unvanları en az Thales kadar hak ettikleri, biraz felsefenin doğası gereği biraz da sezgisel olarak söylenebilir.

KAYNAKÇA:

1. Burnett, J. Early Greek Philosophy, London, A. and C. Black, 1892

2. Shields, C. Classical philosophy : a contemporary introduction, London, Routledge, 2003

3. Arslan, A. İlkçağ felsefe tarihi, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi; 2006.

4. Cevizci, A. Felsefe sözlüğü, İstanbul: Paradigma, 2005.

5. Stumpf, S.E. Philosophy: history and problems, New York, McGraw-Hill 1971.

6. http://www.iep.utm.edu/t/thales.htm#SH8a


Sinan Şencan


sinansencan@gmail.com

23.05.2007

South San Gabriel - Welcome Convalescence


Hüzün o kadar yoğun olduğunda ne kadar da mutluluğa benziyor.

Bir kaç sene önce, büyük bir şehir de geçirdiğim oldukça zor bir yıldan sonra, tekrar kendi küçük deniz kenarı şehrime, annemin yanına dönmüştüm. Yorgundum. Hayatımda olmadığım kadar yorgun hissediyordum kendimi. Yaralanmıştım. Her yönden yaralanmıştım. Dinlenmeye ihtiyacım vardı. Mutsuz değildim ama mutlu olamayacak kadar da tükenmiştim. Kulağımda müzikle devamlı turlar atıyordum sahilde.

Bir gün, hava kapalıyken, o ağır yağmur havasında, akşamdan indirdiğim müziklerden biri gözüme çarptı, iyice eskiyip, terkedilmiş bir iskelenin üzerinde oturup denizi izlerken, o albümün ilk notaları çalmaya başladı-ki kendi bestesi değildi Will Johnson'ın, bir alışveriş merkezinde çalan bir kemancının kaydıydı-.

Sizi ağlatan müzikler vardır. Çok nadirdirler. Yaşlandıkça da, daha fazla müzik dinledikçe de azalırlar sayı olarak. En büyük etkiyi de ilk dinlediğinizde yaparlar. Ve o ilk anı, sonsuza dek aklınıza kazınır. Welcome, Convalescence (Hoşgeldin, Nekahat) başlayınca, bütün yorgunluğunu hissettim üzerimde geçirdiğim günlerin ve o anda iyileşme dönemim de başladı. Uzun süre benimle kaldı bu albüm, şarkılar ağır ve hüzünlü olsa da bir tezat yok ismiyle. Bunlar gerçekten de iyileşme dönemi şarkıları.

Bir arkadaşıma dinlettiğimde, hiç böyle bir grup dinlemediğini söylemişti bana -ki kendisi country, indie ve türevlerini hakkında bilgiliydi-. Ama South San Gabriel, alt-countrye büyük yenilikler getirmiyor, ne de soundları çok ilginç. Will Johnson'ın törpülü sesi de duyulmamış şey değil. Fakat SSG'yi farklı kılan o yoğun kendine özgülükleri (beklenmedik yerlerde ortaya çıkan lo-fi elektronik ritmler, upuzun, ağır akan şarkı yapıları ve karanlık şarkı sözleri ve özellikle de Will'in içten, duygusal sesi) ve bence albümün, o nadir görülen, kalp ağrısını müthiş iyi anlatan albümlerden biri olması.

Will Johnson'ın Centro-Matic albümlerinde ki klasik countrynin aksine daha deneysel bir yapısı var South San Gabriel'in ve daha karanlık. "Hataya düşme, seni mutlulukla ateşe verecek olan bizleriz" diyerek başlıyor albüm ve az çok aynı minvalde ilerliyor. Kalp kırıklıkları, hoşçakallar, sınırlar,zehirler,kızgınlık,kaçışlar...

Ve hala ayırt edemiyorum bu albümde hüzün nerede bitiyor ve mutluluk tekrar başlıyor. Alttan alta bir ışık duyma eğilimindeyim bu albümü dinlerken. Sanki o kadar mutsuzluktan sonra, daha ileri gidilemezmiş gibi, geri kalan tek şey tekrar yükselmek, iyileşmekmiş gibi geliyor bana. Albüm kapağinda ki yaralı ayı gibi, yaralar kapanmış, iyileşmeye hazır ama verilen savaşın yorgun mutsuzluğu da hala görülüyor yüzünde. Kaybedilmiş şeylere dair bir albüm bu ve o kaybedilen şeylerin yerine yenilerinin gelmeye başladığı zamanlara dair bir albüm.


22.05.2007

Çıplak

Petek Kızılelma

ptkzllm@gmail.com

Meri

Petek Kızılelma

ptkzllm@gmail.com